15 Mayıs 2018 Salı

Kısa Süren Hasat

KISA SÜREN HASAT

KÖY ENSTİTÜSÜNDE ÖĞRENCİ OLMAK

Kitap Hakkında

     Pakize Türkoğlu, Köy Enstitülerinde öğrenim görmüş bir kişidir. Kısa Süren Hasat adlı kitabında okurlarına, köy enstitüsünde yaşadıkları, arkadaşları ve öğretmenleri ile anılarını anlatmıştır. Kimi zaman da arkadaşları, öğretmenleri ya da derslerin işlenişinden, kimi zaman da köy enstitülerinde uygulanan eğitim yönteminden ve bu yöntemin yararlarından bahsetmiştir. 

Kitabın Özeti

I - Bir Eğitim Cenneti Kurulurken
     Yazar 1940 yılında köy enstitülerinde eğitim görmek için yola çıktı. Köyünden uzak bir yere, Aksu Köy Enstitüsüne gidiyordu. Enstitüye geldiğinde yönetim odasına, direktörün yanına götürüldü. Direktör ona enstitü içinde giyebileceği kıyafetler verdi. Kızlar yatakhanesine gidip yerleşti, arkadaşlarıyla tanıştı ve kaynaştı. Enstitüde kız ve erkek öğrenciler birbirlerini kardeş gibi görürlerdi. Hatta alt sınıftaki öğrenciler, üst sınıftaki öğrencilere abla, ağabey diye seslenirlerdi.
     Aksu köy enstitüsü henüz o yıl açılmış ve yalnızca Antalya ilinin köylerinden öğrenci almıştı. Bunlardan sadece 6 tanesi kız öğrenciydi. Bunun sebebinin o dönemlerde ilkokulu bitirmiş kız sayısının az olması olduğunu söylüyor yazar.
     Köy enstitülerinde ve yüksek köy enstitülerinde zaman zaman toplantılar yapılırdı. Bu toplantıların konusu genellikle enstitü içinde yapılan değişiklikler ya da çıkan sorunlar olur, öğrenciler de rahatsız oldukları bir durumu ya da varsa isteklerini belirtirlerdi.
     Enstitülerde günümüz okullarındaki gibi yaz tatili olmazdı. Öğrenciler hep birlikte olmamak üzere birkaç hafta izne gider, geri dönerlerdi. Bir grup izne gittiğinde eğitim durmaz, devam ettirilirdi. Geride kalan grup, diğer gruplar izne gittikçe açıklarını telafi ederdi. Köy enstitülerinde köyden gelen öğrenciler okuduğu ve o zamanlarda ulaşım sıkıntısı çok olduğu için öğrenciler izin günlerinde evlerine gitmek yerine şehir merkezindeki bir akraba ya da ahbabına giderdi.
     Köy enstitülerinde öğretmenler, öğrencilerin sözlerine ve isteklerine kulak veriyor, dikkate alıyorlardı. Bunun yanı sıra kendi öğretecekleri bir alışkanlığı öncelikle kendileri sergiliyor, öğrencilerden bunu görerek öğrenmelerini istiyorlardı. Müdürler ise öğretmenlerin mesleki gelişimine katkıda bulunuyor, öğretmenleri gelişime teşvik ediyordu. Köy enstitülerinde bir de öğrencilerin sağlık sorunları ile ilgilenen Doktor Bedia Hüdaverdi vardı. Bu doktor dönemin Antalya’da en sık görülen hastalığı sıtma ile mücadele ediyor, öğrencilerin daima dikkat etmelerine özen gösteriyordu. Yazar, kendisinin de bir keresinde sıtmaya yakalandığını ve kendisini Bedia doktorun iyileştirdiğini söylüyor.
     Enstitüde dersler üretim odaklıydı; yani dersler sınıfta, tahta önünde değil, hava şartları uygunsa dışarıda, öğrenmenin en iyi olabileceği yerde yaparak öğrenilirdi. Örneğin bataklık kurutma dersini, yeni kurulan enstitünün bahçesi sayılan yerdeki bataklığı öğretmen yardımıyla bizzat kurutarak görmüşler ve böylece hem eğitim almışlar hem de enstitünün düzenlenmesine katkıda bulunmuşlardı. Bunun yanında bisiklet, motor, makine, mandolin dersleri de alıyorlardı. Kız erkek ayrımı olmaksızın tüm öğrenciler motor ve bisiklet kullanıyor, arızalı makineleri tamir edebilecek kadar bilgiye sahip oluyor ve mandolin çalıp, şarkı söyleyebiliyorlardı. Hatta mandolin dersi hoşlarına gittiği için öğrenciler ders dışında da boş vakitlerinde yeni parçalar öğrenmeye çalışıyorlar, kendi bestesini yapmaya çalışanlar bile oluyordu. Dönemin büyükleri Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un enstitü ziyaretlerinde mandolinlerle şarkılar söyleniyor, gösteriler yapılıyordu. Özellikle kız öğrencilere biçki, dikiş dersi veriliyordu. Bu dersin sonucunda enstitü içindeki ve yeni gelecek olan öğrencilere gerekli olan kıyafetler, mutfakta kullanılacak önlükler yine enstitülü öğrenciler tarafından üretilmiş oluyordu. Motor ve bisiklet derslerinde kız öğrencilerin etekle rahat edemedikleri kanısıyla, öğrencilere bol pantolonlu takımlar dikilmiş ve kız öğrenciler enstitü içinde bu kıyafetlerle bulunmaya başlamışlardı. Kızların pantolon giymesi halk tarafından çok garipsenmiş ancak yöneticiler ve öğrenciler buna aldırış etmemişti. Bu şekilde süregelen üretici eğitim anlayışı kimi zaman öğretmenler tarafından da suiistimal edilmiş, kendi işlerini öğrencilere yaptırma gibi bir eğilime yöneltmişti ancak yöneticilerin duruma el koymasıyla son bulmuştu. Daha ilerleyen zamanlarda dokuma dersi de verilmeye başlanmıştı. Dokuma dersinde öğrenciler kullanışlı kumaşlar dokuyorlar ve dikiş derslerinde bu kumaşları kullanıyorlardı. Hatta bir keresinde İnönü’nün, enstitü ziyaretine geldiğinde, yanında gelen diğer ziyaretçilere “Bak dokuyorlar, dikiyorlar, giyiyorlar(149)” dediği belirtilmiştir.
     Öğrencilere bu derslerin yanı sıra dil dersleri de veriliyordu. Bunlardan biri de Almancaydı. Almanca öğretmeni, öğrencilerle derste daima Almanca konuşuyordu. İlk başlarda anlamasalar da ilerleyen zamanda bu şekilde ders yapmanın kendilerine yararlı olduğunu düşündüğünü ifade ediyor yazar.
     Enstitü ilk kurulduğunda birçok eksiği bulunuyordu fakat bu eksiklerini zaman içerisinde, üretici eğitimden de yararlanarak, hızla gidermeye başladı. Eksiklerden biri de kitap ve kütüphaneydi. Kullanılan bine içerisindeki bir oda kütüphane olarak belirlenmiş ve yeni kitaplar getirtilmişti. Gelen kitaplar öğrencilerin ilgisini çekmiş, öğrencileri okumaya teşvik etmişti. Ayrıca kütüphane öğrencilere istedikleri zaman istedikleri kadar kitap emanet edebiliyordu. Boş vakitlerinde öğrenciler mandolin çalışmalarının yanına kitap okuma aktivitesini de eklemişler, neredeyse gece gündüz kitap okur hale gelmişlerdi. Okumaya teşvik edilmiş olan öğrenciler, okudukları kitapların yazarlarına özenerek, şiir denemelerine başlamışlardı. Daha sonra öğretmenlerin teşviki üzerine yazdıkları şiir ve denemelerden, enstitü içindeki duyurulardan oluşan bir gazete hazırlamaya başlamışlardı. Bu gazete için Pakize Yılmaz (Türkoğlu) görevli seçilmişti ve adı “Hız” olarak belirlenen gazete için bir başlık hazırlamıştı. Gazeteyi günümüzdeki gazeteler gibi basılı halde değil, öğrencilerden gelen yazı ve şiirleri ve yöneticilerden gelen duyuruları duvara asarak oluşturuyorlardı.
     Enstitünün ilk öğrencileri olan Pakize Türkoğlu ve sınıf arkadaşları bir sınıf daha büyüdüğünde, enstitüye Antalya ili ile birlikte Mersin ve Muğla illerinden de öğrenci alınmıştı. Bununla birlikte enstitüde birleşen farklı yörelerden gelen öğrenciler arasında bir kültürel buluşma yaşanmıştı. Öğrenciler birbirlerinin yörelerini tanıyor, yöresel müziklerini ezberliyor ve mandolinle çalmaya çalışıyor ve yöresel oyunlarını birbirlerine öğretiyor, hep birlikte oynamaya çalışıyorlardı. Sadece farkı yörelerden değil, ilerleyen zamanlarda enstitüye farklı dinlerden de öğrenciler gelmiş ancak dışlanmamışlardı. Diğer tüm öğrenciler gibi onlar da yörelerini ve dinlerini diğer öğrencilere tanıtıyorlar, böylece tüm öğrenciler ders dışında da öğrenim görmüş oluyorlardı. Hatta öğretmenler bize bu kültürel buluşmada yer alıyor, öğrencilerle birlikte öğreniyordu. Enstitünün kalabalıklaşmasının bir sonucu da sınıfların hep birlikte ders işlemesinin zorlaşması olmuştu. Köy enstitülerinde bu soruna, sınıfları kümelere bölerek ders yapma çözümü bulundu. Her küme farklı bir derse giriyor, o dersin bitiminde kümeler yer değiştirerek farklı bir ders daha alıyorlardı.
     Yeni öğrencilerin gelmesiyle ve gelecek sene gelecek öğrencilerin düşüncesiyle binaların yetersiz kalacağı düşünülmüş, yeni bir yapı için kollar sıvanmıştı. Yeni yapının planı mimara çizdirilmiş, el birliğiyle yapımına başlanmıştı. Her şeyde olduğu gibi yeni yapıların yapımında da öğrenciler bulunmuş, birlikte tuğla taşıyıp birlikte sıva yapmışlardı. Enstitüde bu tür işlerde imece yapılır, tüm öğrenciler birlikte çalışırdı. Yapmış oldukları yeni bina kız öğrenciler için yatakhane ve tüm öğrenciler için etüt odaları olarak kullanılmıştı.
     Köy enstitüsünün üçüncü sınıfında öğrencilere öğretmenlik bilgisi dersleri verilmeye başlanmıştı. Üçüncü sınıf, enstitü içinde ‘öğretmenlik sınıfı’ olarak anılıyordu. Öğrenciler bu derslerde psikoloji ve pedagoji üzerine eğitim alıyorlardı. Son sınıfta ise öğretmenlik stajı yapıyorlardı. Ayrıca bir duyuru yayınlanmış, yükseköğretime geçmek isteyenler için sınav yapılacağı bildirilmişti. Pakize Türkoğlu yükseköğretim için başvuran öğrenciler arasındaydı ancak ailesi bu fikre çok sıcak bakmamış, yanlarına gelip köy okulunda öğretmenlik yapmaya başlamasını istemişlerdi. Pakize Türkoğlu ise yükseköğretim sınavına girmiş, kazanmış ve Ankara’ya Yüksek Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıkmıştı.
II - Yüksek Köy Enstitüsü
     Pakize Türkoğlu Yüksek Köy Enstitüsüne geldiğinde öncelikle yeni arkadaşlarına, yeni ortama ve Ankara’nın soğuğuna alışmaya çalışıyordu. Yatağına gece rüzgârın kar doldurmasına rağmen enstitüyü seviyor ve bundan rahatsız olmuyor, şikâyet etmiyordu. Yeni yapı ihtiyacı duyulup, yapı bitene kadar da bu yatakta yatmıştı. Burada yaptıkları yapıda da imece yöntemi kullanmışlardı. Yeni yapılan binalardan biri de opera binasıydı. Öğrenciler zaman zaman burada çeşitli müzik aletleriyle konserler veriyorlardı ve yine büyük kişiler enstitü ziyaretine geldiğinde planlanan kutlamalar bu binada yapılıyordu.
     Yüksek köy enstitüsünde öğrenciler kollara ayrılmıştı. Bu kolları kendileri seçebiliyorlardı, seçemeyenlere öğretmenleri yardımcı oluyordu. Kimi öğrenciler müzik, kimi öğrenciler zirai, kimi öğrenciler işletme ekonomisi gibi kollar seçmişlerdi ve bu kolların gerektirdiği çalışmaları yapıyorlardı. Burada da enstitüde olduğu gibi ağabeylik, ablalık hükmü bulunuyordu ve daima yardımlaşma söz konusuydu. Yine farklı yörelerden gelen öğrencilerin bir arada olmasını avantaja çeviriyorlar, yeni bilgiler öğreniyorlardı.
     Enstitülerde öğrencilerin sınav ya da ders geçme gibi bir kaygısı yoktu çünkü gördükleri her şeyi kalıcı olarak öğreniyorlardı. Dönem sonlarında bir duyuru asılır, bu duyuruda öğrencilerin isimleri karşısında yalnızca ‘Başarılı’ veya ‘Başarısız’ gibi bir ifade bulunurdu. ‘Başarısız’ görülen öğrenciler bundan gocunmaz, dersi geçebilmek için hazırlayacakları ödevleri kendilerine bir kazanç olarak görürlerdi.
     Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş yaşandığı için ülkede bir karışıklık yaşanmış, bu karışıklık enstitüye de yansımıştı. Kimi öğrenciler sağcılığı, kimi öğrenciler solculuğu savunuyordu. Ancak bu savunma hiçbir zaman kavga ya da sorun haline gelmemiş, her iki taraf da birbirini dinleyerek usulünce tartışmalar yapmışlardır.
     İlerleyen yıllarda Pakize Türkoğlu ve sınıfı staj için yurdun çeşitli yerlerine dağılmışlardı ve Pakize Türkoğlu staj için kendi enstitüsüne, Aksu Köy Enstitüsüne gitmişti. Bu stajın ardından yükseköğretimi bitirmek için bitirme denemelerini(tezlerini) hazırlamaya başlamışlardı. Bitirme denemeleriyle birlikte bitirme sınavlarına da girmişler ve yüksek köy enstitüsü mezunu olmuşlardı.
III – Buruk Başlangıç Ya Da U Dönüşü
     Pakize Yılmaz(Türkoğlu) yüksek köy enstitüsünden mezun olunca Antalya’ya dönmüş ve Antalya Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurarak görev yerini istemişti. Ancak değişen iktidar köy enstitülerine karşı olduğu için Pakize öğretmenin ataması yapılmamış, bir süre Milli Eğitim bünyesinde çalıştırılmıştı. Pakize öğretmen çeşitli kişi ve makamlara itirazda bulunmuş, bunun sonucunda Gazipaşa İlköğretim Okulu’na ataması gerçekleştirilmişti.
     Gazipaşa İlköğretim Okulunda yalnızca bir yönetici, iki öğretmen bulunuyordu ve tüm sınıfların derslerini bu üç öğretmen anlatıyordu. Pakize öğretmen yaptığı bir gözlem sonucunda okulun bahçesinin toprak olması ve bundan dolayı öğrenciler içeri girdikçe okulun da topraklandığını fark etmiş, buna çözüm olarak ise öğrencilerle birlikte okulun kapısına kadar bir taş yol yapmak istemişti. Taş yol öğrenciler ve diğer öğretmenler yardımıyla yapılmış ancak dönemin müfettişi tarafından “Bıktım köy enstitülü öğretmenlerin inşaatçılığından (580)” şeklinde bir tepki almıştı.
     Ayrıca Pakize öğretmenin yaptığı değişiklikler arasında; bazı derslerde öğrencilerini, okul bahçesi içinde bulunan mahkemeye de götürerek, öğrencilerin yerinde öğrenmesine de destek sağlaması ve diğer köylerden gelen öğrencilerin kitaplarını okulda bıraktırarak ‘çantasız eğitim’ yapması da vardı. Şüphesiz bu değişiklikler öğrencilerin ne kadar hoşuna gitse, ilgisini çekse de, dönemin iktidarı ve dolayısıyla yöneticiler ve halk tarafından hoş karşılanmadı.

Kitap Yorumu



     Kısa süren hasat kitabı başlangıçta çok tereddüt ederek başladığım ancak okudukça bitmesini istemediğim bir kitaptı. Gayet açık ve anlaşılır bir dille ve uygun bir üslupla yazılmıştı. Yazarın anlatımı son derece akıcı ve sürükleyiciydi. Başladığımda ne zaman bittiğini anlamadığım bir eserdi. Yazarın anlattıkları, okumak yerine o anı yaşıyormuş hissine kapılmama neden oluyordu. Köy enstitüleri kitap içerisinde son derece güzel tanıtılmış ve o dönemde köy enstitülerinde eğitim alan öğrencilerin düşünceleri ve davranışları betimlenmişti. Aldıkları dersleri okudukça, keşke biz de derslerimizi böyle alsak fikrine kapıldım. Öğretmenlerin, öğrencilere kazandırmak istedikleri davranışları öncelikle kendilerinin sergilemesi, öğrencilerin fikir ve düşüncelerine değer verilmesi ve enstitü içinde farklı yöre ve farklı dinlerden öğrenci bulunuyor olmasına rağmen sorun olmaması köy enstitülerinde verilen eğitimin beni en çok etkileyen noktası oldu.

     Bana göre kitabın tek sorunu, anıların kronolojik bir sırada sunulmamış olmasıydı. Karışık bir sıra yerine olayların oluş sırasına göre sıralansa ve öğretmen ve öğrencilerin özelliklerinden bahsedilen kısımlar ayrı bir bölüm olarak derlense daha da akıcı bir okuma elde edilirdi. 


Kitabın Künyesi

Adı: Kısa Süren Hasat
Yazarı: Pakize Türkoğlu
Yayınevi: Kültür Yayınları
1. Baskı Yılı: Temmuz 2012, İstanbul
3. Baskı Yılı: Eylül 2017, İstanbul
Sayfa Sayısı: 656
ISBN: 978-605-360-628-4


Pakize Türkoğlu Kimdir?

     Pakize Türkoğlu, 1927 yılında Antalya, Gazipaşa, Göksenir Yaylası'nda doğdu. Köyünde okul olmadığı için, ilköğrenimine başka bir ailenin yanında kalarak, Gazipaşa Bucağı'nda başladı. 1938'de Alanya İlkokulu'nu, 1944'te Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nü, 1947'de Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nü bitirdi. İlk, orta ve yüksek öğrenim kurumlarında yönetici ve öğretmen olarak çalıştı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi iken, 1985'te emekli oldu. Bir süre Özel Ortadoğu Lisesi ve Özel Koç Lisesi'nde Eğitim Danışmanı ve Rehberlik Uzmanı olarak çalıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın Genel Yönetim Kurulu'nda ve İstanbul Temsilciliği'nde bulundu. 1998'de, Tonguç ve Enstitüleri adlı yapıtıyla, Türkiye İş Bankası "Toplum ve İnsan Bilimleri" büyük ödülünü aldı. Dergi ve gazetelerde, kültür ve eğitim konularında yazılar yazıyor. 


2 yorum:

  1. Kitabın özetini okuduğum kadarıyla genel olarak köy enstitülerin nasıl çalıştığı mantığı anlatılmış köy enstitüleri çok güzel açıklanmış.Bence her öğretmenin ve öğretmen adayının okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.Pakize öğretmenin eğitim için yaptıkları etkinler beni çok etkiledi.

    YanıtlaSil
  2. buna benzer bir kitapta ben okudum anı türünde farkettim ki iki kitapta yasanan zorluklar aynı turden kendi okudugum kitabın analizini benzerlik ve farklılıklarını bulma fırsatım oldu.Eğitim yararına bir seyler yapılmıs fakat hukumetın degişmesyle eskinin yaptıgı sıztem kaldırılmıs.Buda öğretmenlerimizi zorluklar yasamasına neden olmus.dolayısıyla öğrenciler bu bilgilerden mahrum bıraakılmaya calısılmıs.anı turunu okumayı sevıyorum öbuyuzden kitabı okumak isterim.bilgi için tesekkur ederim.

    YanıtlaSil