KISA SÜREN HASAT
KÖY ENSTİTÜSÜNDE ÖĞRENCİ OLMAK
Kitap Hakkında
Pakize
Türkoğlu, Köy Enstitülerinde öğrenim görmüş bir kişidir. Kısa Süren Hasat adlı
kitabında okurlarına, köy enstitüsünde yaşadıkları, arkadaşları ve öğretmenleri
ile anılarını anlatmıştır. Kimi zaman da arkadaşları, öğretmenleri ya da
derslerin işlenişinden, kimi zaman da köy enstitülerinde uygulanan eğitim
yönteminden ve bu yöntemin yararlarından bahsetmiştir.
Kitabın Özeti
I - Bir Eğitim Cenneti
Kurulurken
Yazar 1940
yılında köy enstitülerinde eğitim görmek için yola çıktı. Köyünden uzak bir
yere, Aksu Köy Enstitüsüne gidiyordu. Enstitüye geldiğinde yönetim odasına,
direktörün yanına götürüldü. Direktör ona enstitü içinde giyebileceği kıyafetler
verdi. Kızlar yatakhanesine gidip yerleşti, arkadaşlarıyla tanıştı ve kaynaştı.
Enstitüde kız ve erkek öğrenciler birbirlerini kardeş gibi görürlerdi. Hatta alt
sınıftaki öğrenciler, üst sınıftaki öğrencilere abla, ağabey diye
seslenirlerdi.
Aksu köy
enstitüsü henüz o yıl açılmış ve yalnızca Antalya ilinin köylerinden öğrenci
almıştı. Bunlardan sadece 6 tanesi kız öğrenciydi. Bunun sebebinin o dönemlerde
ilkokulu bitirmiş kız sayısının az olması olduğunu söylüyor yazar.
Köy enstitülerinde
ve yüksek köy enstitülerinde zaman zaman toplantılar yapılırdı. Bu toplantıların
konusu genellikle enstitü içinde yapılan değişiklikler ya da çıkan sorunlar
olur, öğrenciler de rahatsız oldukları bir durumu ya da varsa isteklerini
belirtirlerdi.
Enstitülerde günümüz
okullarındaki gibi yaz tatili olmazdı. Öğrenciler hep birlikte olmamak üzere birkaç
hafta izne gider, geri dönerlerdi. Bir grup izne gittiğinde eğitim durmaz,
devam ettirilirdi. Geride kalan grup, diğer gruplar izne gittikçe açıklarını
telafi ederdi. Köy enstitülerinde köyden gelen öğrenciler okuduğu ve o
zamanlarda ulaşım sıkıntısı çok olduğu için öğrenciler izin günlerinde evlerine
gitmek yerine şehir merkezindeki bir akraba ya da ahbabına giderdi.
Köy enstitülerinde
öğretmenler, öğrencilerin sözlerine ve isteklerine kulak veriyor, dikkate
alıyorlardı. Bunun yanı sıra kendi öğretecekleri bir alışkanlığı öncelikle
kendileri sergiliyor, öğrencilerden bunu görerek öğrenmelerini istiyorlardı. Müdürler
ise öğretmenlerin mesleki gelişimine katkıda bulunuyor, öğretmenleri gelişime
teşvik ediyordu. Köy enstitülerinde bir de öğrencilerin sağlık sorunları ile
ilgilenen Doktor Bedia Hüdaverdi vardı. Bu doktor dönemin Antalya’da en sık
görülen hastalığı sıtma ile mücadele ediyor, öğrencilerin daima dikkat
etmelerine özen gösteriyordu. Yazar, kendisinin de bir keresinde sıtmaya
yakalandığını ve kendisini Bedia doktorun iyileştirdiğini söylüyor.
Enstitüde dersler
üretim odaklıydı; yani dersler sınıfta, tahta önünde değil, hava şartları
uygunsa dışarıda, öğrenmenin en iyi olabileceği yerde yaparak öğrenilirdi. Örneğin
bataklık kurutma dersini, yeni kurulan enstitünün bahçesi sayılan yerdeki
bataklığı öğretmen yardımıyla bizzat kurutarak görmüşler ve böylece hem eğitim
almışlar hem de enstitünün düzenlenmesine katkıda bulunmuşlardı. Bunun yanında bisiklet,
motor, makine, mandolin dersleri de alıyorlardı. Kız erkek ayrımı olmaksızın tüm
öğrenciler motor ve bisiklet kullanıyor, arızalı makineleri tamir edebilecek
kadar bilgiye sahip oluyor ve mandolin çalıp, şarkı söyleyebiliyorlardı. Hatta mandolin
dersi hoşlarına gittiği için öğrenciler ders dışında da boş vakitlerinde yeni
parçalar öğrenmeye çalışıyorlar, kendi bestesini yapmaya çalışanlar bile
oluyordu. Dönemin büyükleri Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un enstitü
ziyaretlerinde mandolinlerle şarkılar söyleniyor, gösteriler yapılıyordu. Özellikle
kız öğrencilere biçki, dikiş dersi veriliyordu. Bu dersin sonucunda enstitü
içindeki ve yeni gelecek olan öğrencilere gerekli olan kıyafetler, mutfakta
kullanılacak önlükler yine enstitülü öğrenciler tarafından üretilmiş oluyordu. Motor
ve bisiklet derslerinde kız öğrencilerin etekle rahat edemedikleri kanısıyla,
öğrencilere bol pantolonlu takımlar dikilmiş ve kız öğrenciler enstitü içinde
bu kıyafetlerle bulunmaya başlamışlardı. Kızların pantolon giymesi halk
tarafından çok garipsenmiş ancak yöneticiler ve öğrenciler buna aldırış
etmemişti. Bu şekilde süregelen üretici eğitim anlayışı kimi zaman öğretmenler
tarafından da suiistimal edilmiş, kendi işlerini öğrencilere yaptırma gibi bir
eğilime yöneltmişti ancak yöneticilerin duruma el koymasıyla son bulmuştu. Daha
ilerleyen zamanlarda dokuma dersi de verilmeye başlanmıştı. Dokuma dersinde
öğrenciler kullanışlı kumaşlar dokuyorlar ve dikiş derslerinde bu kumaşları
kullanıyorlardı. Hatta bir keresinde İnönü’nün, enstitü ziyaretine geldiğinde,
yanında gelen diğer ziyaretçilere “Bak dokuyorlar, dikiyorlar, giyiyorlar(149)”
dediği belirtilmiştir.
Öğrencilere bu
derslerin yanı sıra dil dersleri de veriliyordu. Bunlardan biri de Almancaydı. Almanca
öğretmeni, öğrencilerle derste daima Almanca konuşuyordu. İlk başlarda
anlamasalar da ilerleyen zamanda bu şekilde ders yapmanın kendilerine yararlı
olduğunu düşündüğünü ifade ediyor yazar.
Enstitü ilk kurulduğunda
birçok eksiği bulunuyordu fakat bu eksiklerini zaman içerisinde, üretici
eğitimden de yararlanarak, hızla gidermeye başladı. Eksiklerden biri de kitap
ve kütüphaneydi. Kullanılan bine içerisindeki bir oda kütüphane olarak
belirlenmiş ve yeni kitaplar getirtilmişti. Gelen kitaplar öğrencilerin ilgisini
çekmiş, öğrencileri okumaya teşvik etmişti. Ayrıca kütüphane öğrencilere
istedikleri zaman istedikleri kadar kitap emanet edebiliyordu. Boş vakitlerinde
öğrenciler mandolin çalışmalarının yanına kitap okuma aktivitesini de
eklemişler, neredeyse gece gündüz kitap okur hale gelmişlerdi. Okumaya teşvik
edilmiş olan öğrenciler, okudukları kitapların yazarlarına özenerek, şiir
denemelerine başlamışlardı. Daha sonra öğretmenlerin teşviki üzerine yazdıkları
şiir ve denemelerden, enstitü içindeki duyurulardan oluşan bir gazete
hazırlamaya başlamışlardı. Bu gazete için Pakize Yılmaz (Türkoğlu) görevli
seçilmişti ve adı “Hız” olarak belirlenen gazete için bir başlık hazırlamıştı. Gazeteyi
günümüzdeki gazeteler gibi basılı halde değil, öğrencilerden gelen yazı ve
şiirleri ve yöneticilerden gelen duyuruları duvara asarak oluşturuyorlardı.
Enstitünün ilk
öğrencileri olan Pakize Türkoğlu ve sınıf arkadaşları bir sınıf daha
büyüdüğünde, enstitüye Antalya ili ile birlikte Mersin ve Muğla illerinden de
öğrenci alınmıştı. Bununla birlikte enstitüde birleşen farklı yörelerden gelen
öğrenciler arasında bir kültürel buluşma yaşanmıştı. Öğrenciler birbirlerinin
yörelerini tanıyor, yöresel müziklerini ezberliyor ve mandolinle çalmaya çalışıyor
ve yöresel oyunlarını birbirlerine öğretiyor, hep birlikte oynamaya çalışıyorlardı.
Sadece farkı yörelerden değil, ilerleyen zamanlarda enstitüye farklı dinlerden
de öğrenciler gelmiş ancak dışlanmamışlardı. Diğer tüm öğrenciler gibi onlar da
yörelerini ve dinlerini diğer öğrencilere tanıtıyorlar, böylece tüm öğrenciler
ders dışında da öğrenim görmüş oluyorlardı. Hatta öğretmenler bize bu kültürel
buluşmada yer alıyor, öğrencilerle birlikte öğreniyordu. Enstitünün kalabalıklaşmasının
bir sonucu da sınıfların hep birlikte ders işlemesinin zorlaşması olmuştu. Köy enstitülerinde
bu soruna, sınıfları kümelere bölerek ders yapma çözümü bulundu. Her küme
farklı bir derse giriyor, o dersin bitiminde kümeler yer değiştirerek farklı
bir ders daha alıyorlardı.
Yeni öğrencilerin
gelmesiyle ve gelecek sene gelecek öğrencilerin düşüncesiyle binaların yetersiz
kalacağı düşünülmüş, yeni bir yapı için kollar sıvanmıştı. Yeni yapının planı
mimara çizdirilmiş, el birliğiyle yapımına başlanmıştı. Her şeyde olduğu gibi
yeni yapıların yapımında da öğrenciler bulunmuş, birlikte tuğla taşıyıp
birlikte sıva yapmışlardı. Enstitüde bu tür işlerde imece yapılır, tüm
öğrenciler birlikte çalışırdı. Yapmış oldukları yeni bina kız öğrenciler için
yatakhane ve tüm öğrenciler için etüt odaları olarak kullanılmıştı.
Köy enstitüsünün
üçüncü sınıfında öğrencilere öğretmenlik bilgisi dersleri verilmeye
başlanmıştı. Üçüncü sınıf, enstitü içinde ‘öğretmenlik sınıfı’ olarak
anılıyordu. Öğrenciler bu derslerde psikoloji ve pedagoji üzerine eğitim
alıyorlardı. Son sınıfta ise öğretmenlik stajı yapıyorlardı. Ayrıca bir duyuru
yayınlanmış, yükseköğretime geçmek isteyenler için sınav yapılacağı bildirilmişti.
Pakize Türkoğlu yükseköğretim için başvuran öğrenciler arasındaydı ancak ailesi
bu fikre çok sıcak bakmamış, yanlarına gelip köy okulunda öğretmenlik yapmaya
başlamasını istemişlerdi. Pakize Türkoğlu ise yükseköğretim sınavına girmiş,
kazanmış ve Ankara’ya Yüksek Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıkmıştı.
II - Yüksek Köy Enstitüsü
Pakize Türkoğlu
Yüksek Köy Enstitüsüne geldiğinde öncelikle yeni arkadaşlarına, yeni ortama ve
Ankara’nın soğuğuna alışmaya çalışıyordu. Yatağına gece rüzgârın kar doldurmasına
rağmen enstitüyü seviyor ve bundan rahatsız olmuyor, şikâyet etmiyordu. Yeni yapı
ihtiyacı duyulup, yapı bitene kadar da bu yatakta yatmıştı. Burada yaptıkları
yapıda da imece yöntemi kullanmışlardı. Yeni yapılan binalardan biri de opera
binasıydı. Öğrenciler zaman zaman burada çeşitli müzik aletleriyle konserler
veriyorlardı ve yine büyük kişiler enstitü ziyaretine geldiğinde planlanan
kutlamalar bu binada yapılıyordu.
Yüksek köy
enstitüsünde öğrenciler kollara ayrılmıştı. Bu kolları kendileri
seçebiliyorlardı, seçemeyenlere öğretmenleri yardımcı oluyordu. Kimi öğrenciler
müzik, kimi öğrenciler zirai, kimi öğrenciler işletme ekonomisi gibi kollar
seçmişlerdi ve bu kolların gerektirdiği çalışmaları yapıyorlardı. Burada da
enstitüde olduğu gibi ağabeylik, ablalık hükmü bulunuyordu ve daima yardımlaşma
söz konusuydu. Yine farklı yörelerden gelen öğrencilerin bir arada olmasını
avantaja çeviriyorlar, yeni bilgiler öğreniyorlardı.
Enstitülerde öğrencilerin
sınav ya da ders geçme gibi bir kaygısı yoktu çünkü gördükleri her şeyi kalıcı
olarak öğreniyorlardı. Dönem sonlarında bir duyuru asılır, bu duyuruda
öğrencilerin isimleri karşısında yalnızca ‘Başarılı’ veya ‘Başarısız’ gibi bir
ifade bulunurdu. ‘Başarısız’ görülen öğrenciler bundan gocunmaz, dersi
geçebilmek için hazırlayacakları ödevleri kendilerine bir kazanç olarak
görürlerdi.
Tek partili
dönemden çok partili döneme geçiş yaşandığı için ülkede bir karışıklık
yaşanmış, bu karışıklık enstitüye de yansımıştı. Kimi öğrenciler sağcılığı,
kimi öğrenciler solculuğu savunuyordu. Ancak bu savunma hiçbir zaman kavga ya
da sorun haline gelmemiş, her iki taraf da birbirini dinleyerek usulünce
tartışmalar yapmışlardır.
İlerleyen yıllarda
Pakize Türkoğlu ve sınıfı staj için yurdun çeşitli yerlerine dağılmışlardı ve
Pakize Türkoğlu staj için kendi enstitüsüne, Aksu Köy Enstitüsüne gitmişti. Bu stajın
ardından yükseköğretimi bitirmek için bitirme denemelerini(tezlerini)
hazırlamaya başlamışlardı. Bitirme denemeleriyle birlikte bitirme sınavlarına
da girmişler ve yüksek köy enstitüsü mezunu olmuşlardı.
III – Buruk Başlangıç Ya Da U Dönüşü
Pakize Yılmaz(Türkoğlu)
yüksek köy enstitüsünden mezun olunca Antalya’ya dönmüş ve Antalya Milli Eğitim
Müdürlüğüne başvurarak görev yerini istemişti. Ancak değişen iktidar köy
enstitülerine karşı olduğu için Pakize öğretmenin ataması yapılmamış, bir süre
Milli Eğitim bünyesinde çalıştırılmıştı. Pakize öğretmen çeşitli kişi ve
makamlara itirazda bulunmuş, bunun sonucunda Gazipaşa İlköğretim Okulu’na
ataması gerçekleştirilmişti.
Gazipaşa İlköğretim
Okulunda yalnızca bir yönetici, iki öğretmen bulunuyordu ve tüm sınıfların
derslerini bu üç öğretmen anlatıyordu. Pakize öğretmen yaptığı bir gözlem
sonucunda okulun bahçesinin toprak olması ve bundan dolayı öğrenciler içeri
girdikçe okulun da topraklandığını fark etmiş, buna çözüm olarak ise
öğrencilerle birlikte okulun kapısına kadar bir taş yol yapmak istemişti. Taş yol
öğrenciler ve diğer öğretmenler yardımıyla yapılmış ancak dönemin müfettişi
tarafından “Bıktım köy enstitülü öğretmenlerin inşaatçılığından (580)” şeklinde
bir tepki almıştı.
Ayrıca Pakize öğretmenin
yaptığı değişiklikler arasında; bazı derslerde öğrencilerini, okul bahçesi
içinde bulunan mahkemeye de götürerek, öğrencilerin yerinde öğrenmesine de destek
sağlaması ve diğer köylerden gelen öğrencilerin kitaplarını okulda bıraktırarak
‘çantasız eğitim’ yapması da vardı. Şüphesiz bu değişiklikler öğrencilerin ne
kadar hoşuna gitse, ilgisini çekse de, dönemin iktidarı ve dolayısıyla
yöneticiler ve halk tarafından hoş karşılanmadı.
Kitap Yorumu
Kısa süren
hasat kitabı başlangıçta çok tereddüt ederek başladığım ancak okudukça
bitmesini istemediğim bir kitaptı. Gayet açık ve anlaşılır bir dille ve uygun
bir üslupla yazılmıştı. Yazarın anlatımı son derece akıcı ve sürükleyiciydi.
Başladığımda ne zaman bittiğini anlamadığım bir eserdi. Yazarın anlattıkları,
okumak yerine o anı yaşıyormuş hissine kapılmama neden oluyordu. Köy enstitüleri
kitap içerisinde son derece güzel tanıtılmış ve o dönemde köy enstitülerinde
eğitim alan öğrencilerin düşünceleri ve davranışları betimlenmişti. Aldıkları dersleri
okudukça, keşke biz de derslerimizi böyle alsak fikrine kapıldım. Öğretmenlerin,
öğrencilere kazandırmak istedikleri davranışları öncelikle kendilerinin
sergilemesi, öğrencilerin fikir ve düşüncelerine değer verilmesi ve enstitü
içinde farklı yöre ve farklı dinlerden öğrenci bulunuyor olmasına rağmen sorun
olmaması köy enstitülerinde verilen eğitimin beni en çok etkileyen noktası
oldu.
Bana göre
kitabın tek sorunu, anıların kronolojik bir sırada sunulmamış olmasıydı. Karışık
bir sıra yerine olayların oluş sırasına göre sıralansa ve öğretmen ve
öğrencilerin özelliklerinden bahsedilen kısımlar ayrı bir bölüm olarak derlense
daha da akıcı bir okuma elde edilirdi.
Kitabın Künyesi
Adı: Kısa Süren Hasat
Yazarı: Pakize Türkoğlu
Yayınevi: Kültür Yayınları
1. Baskı Yılı: Temmuz 2012, İstanbul
3. Baskı Yılı: Eylül 2017, İstanbul
Sayfa Sayısı: 656
ISBN: 978-605-360-628-4
Pakize Türkoğlu Kimdir?
Pakize Türkoğlu, 1927 yılında Antalya, Gazipaşa, Göksenir Yaylası'nda doğdu. Köyünde okul olmadığı için, ilköğrenimine başka bir ailenin yanında kalarak, Gazipaşa Bucağı'nda başladı. 1938'de Alanya İlkokulu'nu, 1944'te Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nü, 1947'de Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nü bitirdi. İlk, orta ve yüksek öğrenim kurumlarında yönetici ve öğretmen olarak çalıştı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi iken, 1985'te emekli oldu. Bir süre Özel Ortadoğu Lisesi ve Özel Koç Lisesi'nde Eğitim Danışmanı ve Rehberlik Uzmanı olarak çalıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın Genel Yönetim Kurulu'nda ve İstanbul Temsilciliği'nde bulundu. 1998'de, Tonguç ve Enstitüleri adlı yapıtıyla, Türkiye İş Bankası "Toplum ve İnsan Bilimleri" büyük ödülünü aldı. Dergi ve gazetelerde, kültür ve eğitim konularında yazılar yazıyor.
Kitabın özetini okuduğum kadarıyla genel olarak köy enstitülerin nasıl çalıştığı mantığı anlatılmış köy enstitüleri çok güzel açıklanmış.Bence her öğretmenin ve öğretmen adayının okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.Pakize öğretmenin eğitim için yaptıkları etkinler beni çok etkiledi.
YanıtlaSilbuna benzer bir kitapta ben okudum anı türünde farkettim ki iki kitapta yasanan zorluklar aynı turden kendi okudugum kitabın analizini benzerlik ve farklılıklarını bulma fırsatım oldu.Eğitim yararına bir seyler yapılmıs fakat hukumetın degişmesyle eskinin yaptıgı sıztem kaldırılmıs.Buda öğretmenlerimizi zorluklar yasamasına neden olmus.dolayısıyla öğrenciler bu bilgilerden mahrum bıraakılmaya calısılmıs.anı turunu okumayı sevıyorum öbuyuzden kitabı okumak isterim.bilgi için tesekkur ederim.
YanıtlaSil