20 Mayıs 2018 Pazar

Outliers - Çizginin Dışındakiler


OUTLIERS

ÇİZGİNİN DIŞINDAKİLER

BAZI İNSANLAR NEDEN DAHA BAŞARILI OLUR?



Kitap Hakkında

Yazar 'Çizginin Dışındakiler' kitabında çeşitli alanlarda görülen ve 'bireysel başarı' olarak adlandırılan başarı algısının yalnış olduğunu iddia etmiş ve bu iddiasını delillere dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Yazar başarının, bireyin doğuştan itibaren elde ettiği imkanlar ve buna bağlı olarak bireyin karşısına çıkan şanslar doğrultusunda azalıp arttığını söylemiştir. Başarıyı şans eseri olmaktan ziyade bilerek ve isteyerek elde etmenin tek yolunun ise çok çalışmak olduğunu söylemiş, bunun için kitabında "On Bin Saat Kuralı" bölümünü oluşturmuştur. 


Kitabın Özeti

Birinci Kısım: Fırsat


1- Matta Etkisi


     “Hokey örneğinin ima ettiği ikinci şey, kimin başarılı olduğunu belirlemek için kurduğumuz sistemlerin özellikle verimli olmadığıdır. (31)”

     Kanada Hokey Ligi’nin en iyi iki takımı Tigers ve Giants’tır. Bu takımlarda 17, 18, 19 yaşlarında gençler, neredeyse yürümeye başladıklarından beri buz üstünde kaymaktadırlar. Kanada Hokey Ligi maçları incelendiğinde, oyuncuların diğer ülkelerdeki oyunculara kıyasla daha iyi oynadığı ve daha iyi skorlara imza attığı gözlemlenmiştir.


     Neden Kanada Hokey Ligi’nin diğerlerinden daha başarılı olduğu araştırmaya başlanmıştır. Araştırmalar sırasında Medicine Hat Tigers oyuncularının 2007 verilerine ait isim ve görev listesi incelendiğinde bir ayrıntı fark edilmiş ve araştırmalar bu ayrıntıya yoğunlaştırılmıştır. Bu ayrıntı; o dönemde Medicine Hat Tigers oyuncularının doğum tarihleri incelendiğinde; ocak, şubat ve mart aylarında doğmuş olan oyuncuların sayısının, diğer aylarda doğmuş oyuncuların sayısından hayli fazla olmasıdır. Bunun üzerine oyuncuların doğum tarihleri ve başarılarının arasındaki ilişki çözülmeye çalışılmıştır.


     Yapılan araştırmalar sonucunda ise varılan sonuç şu şekildedir; Medicine Hat Tigers takımının oyuncuları için seçmeler yapılırken en öncelikli seçilebilirlik sınırı 1 Ocak ve sonrasında doğmuş olmak ve sınır olarak kabul edilen yaşı doldurmuş olmaktır. Yani 1 Ocak 1986 doğumlu bir oyuncu ile 31 Aralık 1985 doğumlu oyuncu aynı takımda oynayamamaktadır. Tüm oyuncular 1 Ocak 1986 tarihinden sonra doğmuş olmalıdır. Diğer ülkelerde ise böyle bir durum söz konusu değildir ve belirli yaş aralıklarında doğmuş olan kişilerden doğum tarihleri dikkate alınmaksızın seçme yapılmaktadır.


     Bu ayrıntının takımın başarısına yaptığı etki ise şu şekildedir; seçmeler için sınır olarak 1 Ocaktan sonra doğmuş olmak belirlendiği için seçmeye gelenler ve dolayısıyla seçilen oyuncuların büyük bir kısmı, ocak, şubat ve mart ayı doğumlulardır. Böylece diğer aylarda doğan oyunculara göre birkaç ay da olsa vücut ve kas yapıları daha çok gelişmiştir. Bu gelişim de hokey oyuncularının başarılara imza atmalarına katkıda bulunmuş, diğer takımlara göre bir adım önce başlamalarına olanak sağlamıştır. Ancak bu durum, oyuncuların arasında az sayıda da olsa bulunan ve doğum ayı ocak, şubat veya mart olmayan, hokey alanında doğuştan yetenekli oyuncular için bir istisnadır.


2- 10 Bin Saat Kuralı


“ “Mac’inizi, kodu görebileceğiniz o tuhaf moda geçirirseniz…” diyor Joy, “25 yıl önce dizdiğimi anımsadığım şeyler görünüyor.” Ve internet erişiminizi sağlayan yazılımın büyük bölümünü kimin yazmış olduğunu biliyor musunuz? Bill Joy. (36)”

     Bill Joy, Joy Michigan üniversitesine 16 yaşında başlamıştır. Onun üniversiteye başladığı yıl, üniversiteye bir bilgisayar merkezi açılmış ve bu merkez Bill Joy’un biyolog ya da matematikçi olma hayallerinin yerine geçmiş, çok ilgisini çekmiş ve tam bir bilgisayar bağımlısı haline gelmiştir. Bilgisayar üzerinde yazılım yapmakla ve kodlarla uğraşmıştır. Derslerinden arta kalan zamanda kendini bilgisayar merkezinde bulmuş ve sabahlara kadar kod yazmakla uğraşmıştır. Bill Joy, modern bilgisayar tarihinin en etkili kişilerinden biri olmuş, günümüzde de sıkça kullanılan Java programlama dilini oluşturmuştur. Hatta o dönemin elverdiği şartlarda bilgisayar alanında böylesine başarı sahibi olmak Bill Joy için yadsınamaz bir gururdur.


     Bu hikâyenin fark edilmesi ile birlikte bir tartışma ortaya çıkmıştır: Doğuştan gelen yetenek diye bir şey var mıdır? Hokey oyuncuları hakkında yapılan araştırmada da görüldüğü gibi, her ne kadar gelişimleri oyuncular için bir kazanç sağlamış olsa da oyuncular arasında belirlenen aylarda doğmamış olmasına rağmen çok başarılı olan oyuncular da bulunmaktadır. Bunların başarısının altında yatan sebeplerden biri şüphesiz ki hokeye karşı doğuştan yetenekli olmalarıdır. Tartışma sonucu hokey takımlarının incelenmesi ile sonuca kavuşturulunca araştırmalar Bill Joy’a odaklamış, Bill Joy’un kodlama ve programlama alanında doğuştan yetenekli mi olduğu yoksa bu başarısını sonradan mı kazandığı merak konusu olmuştur. Bill Joy, bilgisayar ve kodlama alanında başarılara imza atabilmek için saatlerce çalışmış, böylece büyük projelere imza atmıştır.


     Bill Gates’in bilgisayar başarısı da aynı hikâye ile olagelmiştir. Çocukluğunda evinde bilgisayar bulunan nadir çocuklardandır ve bu Bill Gates için büyük bir fırsattır. Kendini bilgisayara adamış ve günümüzün en çok bilinen bilgisayar dehalarından biri haline gelmiştir.


     Bill Joy ve Bill Gates, ‘10 Bin Saat Kuralı’ ile yaptıkları işlerde profesyonel olmuşlardır. 10 Bin Saat Kuralı şu şekilde açıklanmaktadır; bir bireyin yaptığı işte başarı elde edebilmesi için elbette ki çalışması, çaba sarf etmesi gerekmektedir. Ancak yaptığı işte profesyonel olmak istiyorsa 10.000 saatini yaptığı işle uğraşarak geçirmesi gerekmektedir.

3- Dehaların Sorunu 1. Kısım ve Dehaların Sorunu 2.Kısım

“Bir sınıf dolusu zeki çocukla karşı karşıya olmanız durumunda bir çocuğun IQ’sunu bilmek fazla işe yaramıyor. (71)”
     Çoğu insan, dehaların belli bir IQ seviyesinin olduğu ve normal insanların o IQ seviyesine ulaşamadığı için deha olamadığını düşünmektedir. Hatta sık sık karşılaştığımız IQ belirleyici soruları dehaların kesinlikle çözdüklerine inanmaktadır. Dehalar ve bilim insanları üzerinde yapılan araştırmalar ise göstermektedir ki IQ ile başarı arasındaki ilişki yalnızca kısa bir süre işliyor. Yani IQ’su 180 olan bir birey ile IQ’su 130 olan bir bireyin Nobel Ödülü kazanma olasılıkları eşittir. IQ puanları kişilerin başarılarını tam olarak ölçmeye olanak sağlamamaktadır. En düşük seviyedeki bir üniversiteden mezun olan ile en yüksek seviyedeki bir üniversiteden mezun olan doktorlar görevlerini layığıyla yerine getirebilir hatta alanlarında adı duyulmuş, ödül sahibi kişiler olabilmektedirler. Bunun en güzel örneği tıp alanında Nobel Ödülü almış 25 Amerikalı doktorun mezun olduğu üniversitelerdir. Bu üniversitelerin bazılarının isimleri şunlardır; Antioch College, Brown Üniversitesi, UC Berkeley, Washington Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, MIT, Caltech, Holy Cross, Hunter College…

     Bu üniversitelerin hepsi çok iyi eğitim veren ve çok donanımlı öğrenciler yetiştiren üniversiteler değillerdir. Ancak öğrencilerin tamamı, farklı farklı üniversitelerden mezun olup, Nobel Ödülü’ne layık görülmüşse bu demektir ki; bireyin IQ seviyesi ile başarısı daima ilişkili değildir.

İkinci Kısım: Miras

4- Kentucky, Harlan

“Adam gibi öl, ağabeyinin yapmış olduğu gibi. (135)”
     Harlan kasabası, Cumberland Platosu olarak bilinen bölgede bulunan küçük bir kasabadır. Bu kasabada yıllarca kan davaları yaşanmış, insanlar öldürülmüştür.

     1990’ların başında Michigan Üniversitesi’nde iki psikolog onur kültürü üzerine bir araştırma yapmaya karar vermişlerdir. ABD’nin kuzeyinden ve Harlan adlı bir kasabadan topladıkları 18-20 yaş arası gençleri bir koğuşta toplamışlardır. Araştırma şu şekilde gerçekleşmiştir; deneklerle, kortizon ve testosteron seviyelerini ölçmek için tek tek el sıkışılmış ve tükürük örnekleri alınmıştır. Ardından konuşma esnasında deneklere “ahmak” kelimesi sarf edilmiş, sevgilileri konu alan kıskançlık yaratabilecek bir hikâye okutulmuştur. Bunların ardından tüm deneklerle yeniden el sıkışılmış, yeniden tükürük örnekleri alınmış ve önceki sonuçlarla karşılaştırılmıştır. Ortaya çıkan sonuç ise şunu göstermektedir; ABD’nin kuzeyinden olan genç adamların kortizon ve testosteron seviyelerinde belirgin bir fark görülmemiştir, yalnızca çok az bir miktarda düşüş görülmüştür ki bunun sebebi olarak da deneklerin öfkelerini bastırmaya çalıştıkları ve bu konuda başarılı oldukları belirlenmiştir. Harlan kasabasından gelen deneklerin ise kortizon ve testosteron seviyelerinde inanılmaz bir artış gözlenmiştir. Bunun sebebi olarak ise yıllardır yaşadıkları bölgede yaşanan kan davası olayları, kavgalar ve cinayetlerden etkilenmiş olmaları ve düşünce yapılarının bu duruma göre şekillenmiş olması belirlenmiştir.

     Yapılan araştırmadan da anlaşıldığı gibi, insanların doğuştan gelen yetenekleri ve çalışmalarının yanı sıra, kültürel çevresi de insan davranışlarında ve dolayısıyla da insan başarılarında etkili olmaktadır.

5- Uçak Kazalarına İlişkin Etnik Kuram

     5 Ağustos 1997 yılında Kore Havayolları pilotunun Guam’a uçuşu sırasında, pilotun yıllar süren deneyimi ve gerekli eğitimi olmasında rağmen bir kaza yaşanmıştır ve bu kazada uçaktaki 254 kişiden 228’i can vermiştir. 1988-1998 yılları arasındaki uçak kazaları istatistikleri incelendiğinde, Amerikan United Airlines havayolunun uçak kaybı oranı %0,27 iken Kore Havayollarının uçak kaybı oranı %4,79 bulunmuştur.

     Uçuş esnasında yapılan yalnızca bir hatanın uçak kazasına sebep olmadığı, böylesine bir kazanın meydana gelebilmesi için en az 7 hatanın yapılmış olması gerektiği bilinmektedir. Kore Havayolları ile ilgili yapılan araştırmada ise pilotların içinde yetiştikleri kültür ile iletişim biçimleri arasındaki ilişki saptanmıştır. Sözü edilen kazada da en büyük etken bu olmuştur ki uçağın kara kutusundan elde edilen ses kayıtları da bunu göstermektedir. Pilot ve mürettebat farklı kültürel birikimlere sahiptirler ve bu kültürel birikim iletişim biçimlerine yansımıştır. Bir plan yapmazlarsa yakıtlarının biteceğini ve uçağın düşeceğini uygun bir şekilde dile getiren yardımcı pilotun söyleminin, pilot acil olduğunu anlamamış ve yeniden iniş denemeleri yapmıştır. Bunun sonucunda ise kaza kaçınılmaz olmuştur.

     Bu pilotun başarılı ya da başarısız olmasında, iletişim içinde olduğu kişilerin de etkisi olmaktadır. Kültürel birikimlerin iletişimi etkilemesi, kişilerin başarılarını da doğrudan etkilemektedir.

6- Çeltik Tarlaları ve Matematik Testleri

“Yılda 360 gün yataktan güneş doğmadan önce kalkabilen hiç kimse ailesini zengin etmekte başarısız olmaz. (202)”
     Güney Çin halkının en önemli geçim kaynağı pirinçtir. Pirinç üretimi ise çok zahmetli, emek ve dikkat isteyen bir iştir. Güney Çin’de ailelerin neredeyse tamamı pirinç üretimiyle ilgilenirler. Üretim işine çocukların da dâhil edilmesinin nedeni, ‘ne kadar çok pirinç üretirsen o kadar çok kazancın olur’ anlayışıdır.
Pirinç üretimi için kullanılan çeltik tarlalarının zemini kilden oluşmalı, üstünde de yumuşak bir çamur katmanı olmalıdır. Gübre kullanımı tam ayarında olmalı, fazla ya da eksik kullanımı hasat zamanında eksik ürün alımına sebep olmaktadır. Tohumlar, tohum yatağına ekilmekte, birkaç hafta sonra fide haline gelince, çeltik tarlalarına 15’er cm arayla dikilmektedir ki fideleri rastgele aralıklarla yerleştirmek ile ölçülü aralıklarla yerleştirmek arasında çok büyük farklar vardır.

     Çinli insanlar ekim ve hasat işlerinde sürekli matematik kullanmak zorundalardır. Tarlaya ne koyarlarsa ne alacaklarını önceden hesaplamaları ve buna göre hareket etmeleri gerekir. Dolayısıyla da çeltik tarlalarında yaptıkları üretim matematik alanında gelişmelerine de neden olmaktadır.

     Başarıya giden bir diğer nokta ise burada değinildiği gibi yaşama koşullarıdır. Yaşanılan çevre ve koşulların gerektirdiği özelliklere sahip olmak bireyleri gerekli alanlarda başarı sahibi haline getirebilir. 


Kitap Yorumu

     Tavsiye üzerine okumuş olduğum ve kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap... Yazar kitapta tamamen başarı üzerine odaklanmış ve etkileyici kanıtlar sunarak tezlerini kanıtlamış. Fikirlerini kanıtlar ve araştırmalar ile desteklemesi okuyucuyu kendisine daha çok çekmesine neden olmuş. Kullandığı dil ve üslubu ile son derece dikkat çeken ve tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini düşündüğüm bir eser... Kitabı okurken kanıt niteliğindeki her bir olayı araştırdım ve doğru olduklarını gördüm. Bu yüzden yazarın diğer kitaplarını da merak ettim ve mutlaka okuyacağım kitaplar listesinde Malcolm Gladwell’in kitapları yerlerini aldı. 'Çizginin Dışındakiler' kitabı ise kütüphanemden eksik etmeyeceğim kitaplar arasına girdi. 
     Kitabın beni en çok etkileyen bölümü, Matta Etkisi oldu. Büyük bir takımın oyuncularının tek tek incelenmesi ve yapılan analiz sonucunda hiç beklenmedik bir sonuca varılması oldukça şaşırtıcıydı. Bu araştırma sonucunun oyuncuların doğum tarihlerinde sonlanması şaşırtıcı olduğu kadar akla da yatkındı. Belki de beni etkileyen kısmı hem şaşırtıcı hem akla yatkın olmasıydı. 
     Kitabı okuduktan sonra düşüncelerimde bazı değişiklikler meydana geldi. Okul hayatında sınav sonuçları düşük olduğu için "Başarısız" kabul edilen öğrencilerin aslında gerçekten başarısız olmadıklarını, belki yeterli fırsatı olmadığını, belki yaşantısından ve kültürel birikiminden ötürü uyum sağlayamadığını, belki de gerekli şansla karşılaşmadığını düşünmeye başladım. Tüm öğretmenlerin okuması gerektiğini de bu yüzden düşünüyorum. Tüm öğretmenler bunun bilincinde olup, buna göre eğitim verirlerse, Türkiye'deki eğitim kalitesinin daha çok artacağı kanaatindeyim. 

Kitabın Künyesi

Adı : Outliers (Çizginin Dışındakiler)
Yazarı: Malcolm Gladwell
Yayınevi: MediaCad
1. Baskı Yılı: 2009
2. Baskı Yılı: 2016
3. Baskı Yılı: Şubat 2018
Sayfa Sayısı: 244
ISBN: 978-605-575-530-0

Malcolm Gladwell Kimdir?

Malcolm Gladwell, 1963 İngiltere doğumludur. İnşaat profesörü ingiliz bir baba ile Jamaikalı psikoterapist bir annenin oğlu olarak Kanada'da büyümüştür. Tarih öğrenimini tamamlayıp New York'a yerleşen yazar, 1987-1996 yılları Washington Post'ta ekonomi ve bilim konularında yazmıştır. Bir süre de bu gazetenin Nwe York bürosunu yönetmiştir. 1996'dan bu yana The New Yorker dergisinin yazarları arasında yer alan Gladwell, 2000'de yayınladığı Kıvılcım Anı ile çok büyük başarı yakalamış ve 2005'te yayınlanan Göz Açıp Kapayıncaya Dek ile başarısını katlayıp iş dünyasının itibar edilen bir gururu haline gelerek "Pazarlamanın Yeni Tanrısı" olarak anılmaktadır. Akademisyen değil, gazeteci kökenli olan yazar, işletmecilikte bilimsel devrimlere yol açan bakışıyla Peter Drucker'ı anımsatmaktadır.


15 Mayıs 2018 Salı

Kısa Süren Hasat

KISA SÜREN HASAT

KÖY ENSTİTÜSÜNDE ÖĞRENCİ OLMAK

Kitap Hakkında

     Pakize Türkoğlu, Köy Enstitülerinde öğrenim görmüş bir kişidir. Kısa Süren Hasat adlı kitabında okurlarına, köy enstitüsünde yaşadıkları, arkadaşları ve öğretmenleri ile anılarını anlatmıştır. Kimi zaman da arkadaşları, öğretmenleri ya da derslerin işlenişinden, kimi zaman da köy enstitülerinde uygulanan eğitim yönteminden ve bu yöntemin yararlarından bahsetmiştir. 

Kitabın Özeti

I - Bir Eğitim Cenneti Kurulurken
     Yazar 1940 yılında köy enstitülerinde eğitim görmek için yola çıktı. Köyünden uzak bir yere, Aksu Köy Enstitüsüne gidiyordu. Enstitüye geldiğinde yönetim odasına, direktörün yanına götürüldü. Direktör ona enstitü içinde giyebileceği kıyafetler verdi. Kızlar yatakhanesine gidip yerleşti, arkadaşlarıyla tanıştı ve kaynaştı. Enstitüde kız ve erkek öğrenciler birbirlerini kardeş gibi görürlerdi. Hatta alt sınıftaki öğrenciler, üst sınıftaki öğrencilere abla, ağabey diye seslenirlerdi.
     Aksu köy enstitüsü henüz o yıl açılmış ve yalnızca Antalya ilinin köylerinden öğrenci almıştı. Bunlardan sadece 6 tanesi kız öğrenciydi. Bunun sebebinin o dönemlerde ilkokulu bitirmiş kız sayısının az olması olduğunu söylüyor yazar.
     Köy enstitülerinde ve yüksek köy enstitülerinde zaman zaman toplantılar yapılırdı. Bu toplantıların konusu genellikle enstitü içinde yapılan değişiklikler ya da çıkan sorunlar olur, öğrenciler de rahatsız oldukları bir durumu ya da varsa isteklerini belirtirlerdi.
     Enstitülerde günümüz okullarındaki gibi yaz tatili olmazdı. Öğrenciler hep birlikte olmamak üzere birkaç hafta izne gider, geri dönerlerdi. Bir grup izne gittiğinde eğitim durmaz, devam ettirilirdi. Geride kalan grup, diğer gruplar izne gittikçe açıklarını telafi ederdi. Köy enstitülerinde köyden gelen öğrenciler okuduğu ve o zamanlarda ulaşım sıkıntısı çok olduğu için öğrenciler izin günlerinde evlerine gitmek yerine şehir merkezindeki bir akraba ya da ahbabına giderdi.
     Köy enstitülerinde öğretmenler, öğrencilerin sözlerine ve isteklerine kulak veriyor, dikkate alıyorlardı. Bunun yanı sıra kendi öğretecekleri bir alışkanlığı öncelikle kendileri sergiliyor, öğrencilerden bunu görerek öğrenmelerini istiyorlardı. Müdürler ise öğretmenlerin mesleki gelişimine katkıda bulunuyor, öğretmenleri gelişime teşvik ediyordu. Köy enstitülerinde bir de öğrencilerin sağlık sorunları ile ilgilenen Doktor Bedia Hüdaverdi vardı. Bu doktor dönemin Antalya’da en sık görülen hastalığı sıtma ile mücadele ediyor, öğrencilerin daima dikkat etmelerine özen gösteriyordu. Yazar, kendisinin de bir keresinde sıtmaya yakalandığını ve kendisini Bedia doktorun iyileştirdiğini söylüyor.
     Enstitüde dersler üretim odaklıydı; yani dersler sınıfta, tahta önünde değil, hava şartları uygunsa dışarıda, öğrenmenin en iyi olabileceği yerde yaparak öğrenilirdi. Örneğin bataklık kurutma dersini, yeni kurulan enstitünün bahçesi sayılan yerdeki bataklığı öğretmen yardımıyla bizzat kurutarak görmüşler ve böylece hem eğitim almışlar hem de enstitünün düzenlenmesine katkıda bulunmuşlardı. Bunun yanında bisiklet, motor, makine, mandolin dersleri de alıyorlardı. Kız erkek ayrımı olmaksızın tüm öğrenciler motor ve bisiklet kullanıyor, arızalı makineleri tamir edebilecek kadar bilgiye sahip oluyor ve mandolin çalıp, şarkı söyleyebiliyorlardı. Hatta mandolin dersi hoşlarına gittiği için öğrenciler ders dışında da boş vakitlerinde yeni parçalar öğrenmeye çalışıyorlar, kendi bestesini yapmaya çalışanlar bile oluyordu. Dönemin büyükleri Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un enstitü ziyaretlerinde mandolinlerle şarkılar söyleniyor, gösteriler yapılıyordu. Özellikle kız öğrencilere biçki, dikiş dersi veriliyordu. Bu dersin sonucunda enstitü içindeki ve yeni gelecek olan öğrencilere gerekli olan kıyafetler, mutfakta kullanılacak önlükler yine enstitülü öğrenciler tarafından üretilmiş oluyordu. Motor ve bisiklet derslerinde kız öğrencilerin etekle rahat edemedikleri kanısıyla, öğrencilere bol pantolonlu takımlar dikilmiş ve kız öğrenciler enstitü içinde bu kıyafetlerle bulunmaya başlamışlardı. Kızların pantolon giymesi halk tarafından çok garipsenmiş ancak yöneticiler ve öğrenciler buna aldırış etmemişti. Bu şekilde süregelen üretici eğitim anlayışı kimi zaman öğretmenler tarafından da suiistimal edilmiş, kendi işlerini öğrencilere yaptırma gibi bir eğilime yöneltmişti ancak yöneticilerin duruma el koymasıyla son bulmuştu. Daha ilerleyen zamanlarda dokuma dersi de verilmeye başlanmıştı. Dokuma dersinde öğrenciler kullanışlı kumaşlar dokuyorlar ve dikiş derslerinde bu kumaşları kullanıyorlardı. Hatta bir keresinde İnönü’nün, enstitü ziyaretine geldiğinde, yanında gelen diğer ziyaretçilere “Bak dokuyorlar, dikiyorlar, giyiyorlar(149)” dediği belirtilmiştir.
     Öğrencilere bu derslerin yanı sıra dil dersleri de veriliyordu. Bunlardan biri de Almancaydı. Almanca öğretmeni, öğrencilerle derste daima Almanca konuşuyordu. İlk başlarda anlamasalar da ilerleyen zamanda bu şekilde ders yapmanın kendilerine yararlı olduğunu düşündüğünü ifade ediyor yazar.
     Enstitü ilk kurulduğunda birçok eksiği bulunuyordu fakat bu eksiklerini zaman içerisinde, üretici eğitimden de yararlanarak, hızla gidermeye başladı. Eksiklerden biri de kitap ve kütüphaneydi. Kullanılan bine içerisindeki bir oda kütüphane olarak belirlenmiş ve yeni kitaplar getirtilmişti. Gelen kitaplar öğrencilerin ilgisini çekmiş, öğrencileri okumaya teşvik etmişti. Ayrıca kütüphane öğrencilere istedikleri zaman istedikleri kadar kitap emanet edebiliyordu. Boş vakitlerinde öğrenciler mandolin çalışmalarının yanına kitap okuma aktivitesini de eklemişler, neredeyse gece gündüz kitap okur hale gelmişlerdi. Okumaya teşvik edilmiş olan öğrenciler, okudukları kitapların yazarlarına özenerek, şiir denemelerine başlamışlardı. Daha sonra öğretmenlerin teşviki üzerine yazdıkları şiir ve denemelerden, enstitü içindeki duyurulardan oluşan bir gazete hazırlamaya başlamışlardı. Bu gazete için Pakize Yılmaz (Türkoğlu) görevli seçilmişti ve adı “Hız” olarak belirlenen gazete için bir başlık hazırlamıştı. Gazeteyi günümüzdeki gazeteler gibi basılı halde değil, öğrencilerden gelen yazı ve şiirleri ve yöneticilerden gelen duyuruları duvara asarak oluşturuyorlardı.
     Enstitünün ilk öğrencileri olan Pakize Türkoğlu ve sınıf arkadaşları bir sınıf daha büyüdüğünde, enstitüye Antalya ili ile birlikte Mersin ve Muğla illerinden de öğrenci alınmıştı. Bununla birlikte enstitüde birleşen farklı yörelerden gelen öğrenciler arasında bir kültürel buluşma yaşanmıştı. Öğrenciler birbirlerinin yörelerini tanıyor, yöresel müziklerini ezberliyor ve mandolinle çalmaya çalışıyor ve yöresel oyunlarını birbirlerine öğretiyor, hep birlikte oynamaya çalışıyorlardı. Sadece farkı yörelerden değil, ilerleyen zamanlarda enstitüye farklı dinlerden de öğrenciler gelmiş ancak dışlanmamışlardı. Diğer tüm öğrenciler gibi onlar da yörelerini ve dinlerini diğer öğrencilere tanıtıyorlar, böylece tüm öğrenciler ders dışında da öğrenim görmüş oluyorlardı. Hatta öğretmenler bize bu kültürel buluşmada yer alıyor, öğrencilerle birlikte öğreniyordu. Enstitünün kalabalıklaşmasının bir sonucu da sınıfların hep birlikte ders işlemesinin zorlaşması olmuştu. Köy enstitülerinde bu soruna, sınıfları kümelere bölerek ders yapma çözümü bulundu. Her küme farklı bir derse giriyor, o dersin bitiminde kümeler yer değiştirerek farklı bir ders daha alıyorlardı.
     Yeni öğrencilerin gelmesiyle ve gelecek sene gelecek öğrencilerin düşüncesiyle binaların yetersiz kalacağı düşünülmüş, yeni bir yapı için kollar sıvanmıştı. Yeni yapının planı mimara çizdirilmiş, el birliğiyle yapımına başlanmıştı. Her şeyde olduğu gibi yeni yapıların yapımında da öğrenciler bulunmuş, birlikte tuğla taşıyıp birlikte sıva yapmışlardı. Enstitüde bu tür işlerde imece yapılır, tüm öğrenciler birlikte çalışırdı. Yapmış oldukları yeni bina kız öğrenciler için yatakhane ve tüm öğrenciler için etüt odaları olarak kullanılmıştı.
     Köy enstitüsünün üçüncü sınıfında öğrencilere öğretmenlik bilgisi dersleri verilmeye başlanmıştı. Üçüncü sınıf, enstitü içinde ‘öğretmenlik sınıfı’ olarak anılıyordu. Öğrenciler bu derslerde psikoloji ve pedagoji üzerine eğitim alıyorlardı. Son sınıfta ise öğretmenlik stajı yapıyorlardı. Ayrıca bir duyuru yayınlanmış, yükseköğretime geçmek isteyenler için sınav yapılacağı bildirilmişti. Pakize Türkoğlu yükseköğretim için başvuran öğrenciler arasındaydı ancak ailesi bu fikre çok sıcak bakmamış, yanlarına gelip köy okulunda öğretmenlik yapmaya başlamasını istemişlerdi. Pakize Türkoğlu ise yükseköğretim sınavına girmiş, kazanmış ve Ankara’ya Yüksek Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıkmıştı.
II - Yüksek Köy Enstitüsü
     Pakize Türkoğlu Yüksek Köy Enstitüsüne geldiğinde öncelikle yeni arkadaşlarına, yeni ortama ve Ankara’nın soğuğuna alışmaya çalışıyordu. Yatağına gece rüzgârın kar doldurmasına rağmen enstitüyü seviyor ve bundan rahatsız olmuyor, şikâyet etmiyordu. Yeni yapı ihtiyacı duyulup, yapı bitene kadar da bu yatakta yatmıştı. Burada yaptıkları yapıda da imece yöntemi kullanmışlardı. Yeni yapılan binalardan biri de opera binasıydı. Öğrenciler zaman zaman burada çeşitli müzik aletleriyle konserler veriyorlardı ve yine büyük kişiler enstitü ziyaretine geldiğinde planlanan kutlamalar bu binada yapılıyordu.
     Yüksek köy enstitüsünde öğrenciler kollara ayrılmıştı. Bu kolları kendileri seçebiliyorlardı, seçemeyenlere öğretmenleri yardımcı oluyordu. Kimi öğrenciler müzik, kimi öğrenciler zirai, kimi öğrenciler işletme ekonomisi gibi kollar seçmişlerdi ve bu kolların gerektirdiği çalışmaları yapıyorlardı. Burada da enstitüde olduğu gibi ağabeylik, ablalık hükmü bulunuyordu ve daima yardımlaşma söz konusuydu. Yine farklı yörelerden gelen öğrencilerin bir arada olmasını avantaja çeviriyorlar, yeni bilgiler öğreniyorlardı.
     Enstitülerde öğrencilerin sınav ya da ders geçme gibi bir kaygısı yoktu çünkü gördükleri her şeyi kalıcı olarak öğreniyorlardı. Dönem sonlarında bir duyuru asılır, bu duyuruda öğrencilerin isimleri karşısında yalnızca ‘Başarılı’ veya ‘Başarısız’ gibi bir ifade bulunurdu. ‘Başarısız’ görülen öğrenciler bundan gocunmaz, dersi geçebilmek için hazırlayacakları ödevleri kendilerine bir kazanç olarak görürlerdi.
     Tek partili dönemden çok partili döneme geçiş yaşandığı için ülkede bir karışıklık yaşanmış, bu karışıklık enstitüye de yansımıştı. Kimi öğrenciler sağcılığı, kimi öğrenciler solculuğu savunuyordu. Ancak bu savunma hiçbir zaman kavga ya da sorun haline gelmemiş, her iki taraf da birbirini dinleyerek usulünce tartışmalar yapmışlardır.
     İlerleyen yıllarda Pakize Türkoğlu ve sınıfı staj için yurdun çeşitli yerlerine dağılmışlardı ve Pakize Türkoğlu staj için kendi enstitüsüne, Aksu Köy Enstitüsüne gitmişti. Bu stajın ardından yükseköğretimi bitirmek için bitirme denemelerini(tezlerini) hazırlamaya başlamışlardı. Bitirme denemeleriyle birlikte bitirme sınavlarına da girmişler ve yüksek köy enstitüsü mezunu olmuşlardı.
III – Buruk Başlangıç Ya Da U Dönüşü
     Pakize Yılmaz(Türkoğlu) yüksek köy enstitüsünden mezun olunca Antalya’ya dönmüş ve Antalya Milli Eğitim Müdürlüğüne başvurarak görev yerini istemişti. Ancak değişen iktidar köy enstitülerine karşı olduğu için Pakize öğretmenin ataması yapılmamış, bir süre Milli Eğitim bünyesinde çalıştırılmıştı. Pakize öğretmen çeşitli kişi ve makamlara itirazda bulunmuş, bunun sonucunda Gazipaşa İlköğretim Okulu’na ataması gerçekleştirilmişti.
     Gazipaşa İlköğretim Okulunda yalnızca bir yönetici, iki öğretmen bulunuyordu ve tüm sınıfların derslerini bu üç öğretmen anlatıyordu. Pakize öğretmen yaptığı bir gözlem sonucunda okulun bahçesinin toprak olması ve bundan dolayı öğrenciler içeri girdikçe okulun da topraklandığını fark etmiş, buna çözüm olarak ise öğrencilerle birlikte okulun kapısına kadar bir taş yol yapmak istemişti. Taş yol öğrenciler ve diğer öğretmenler yardımıyla yapılmış ancak dönemin müfettişi tarafından “Bıktım köy enstitülü öğretmenlerin inşaatçılığından (580)” şeklinde bir tepki almıştı.
     Ayrıca Pakize öğretmenin yaptığı değişiklikler arasında; bazı derslerde öğrencilerini, okul bahçesi içinde bulunan mahkemeye de götürerek, öğrencilerin yerinde öğrenmesine de destek sağlaması ve diğer köylerden gelen öğrencilerin kitaplarını okulda bıraktırarak ‘çantasız eğitim’ yapması da vardı. Şüphesiz bu değişiklikler öğrencilerin ne kadar hoşuna gitse, ilgisini çekse de, dönemin iktidarı ve dolayısıyla yöneticiler ve halk tarafından hoş karşılanmadı.

Kitap Yorumu



     Kısa süren hasat kitabı başlangıçta çok tereddüt ederek başladığım ancak okudukça bitmesini istemediğim bir kitaptı. Gayet açık ve anlaşılır bir dille ve uygun bir üslupla yazılmıştı. Yazarın anlatımı son derece akıcı ve sürükleyiciydi. Başladığımda ne zaman bittiğini anlamadığım bir eserdi. Yazarın anlattıkları, okumak yerine o anı yaşıyormuş hissine kapılmama neden oluyordu. Köy enstitüleri kitap içerisinde son derece güzel tanıtılmış ve o dönemde köy enstitülerinde eğitim alan öğrencilerin düşünceleri ve davranışları betimlenmişti. Aldıkları dersleri okudukça, keşke biz de derslerimizi böyle alsak fikrine kapıldım. Öğretmenlerin, öğrencilere kazandırmak istedikleri davranışları öncelikle kendilerinin sergilemesi, öğrencilerin fikir ve düşüncelerine değer verilmesi ve enstitü içinde farklı yöre ve farklı dinlerden öğrenci bulunuyor olmasına rağmen sorun olmaması köy enstitülerinde verilen eğitimin beni en çok etkileyen noktası oldu.

     Bana göre kitabın tek sorunu, anıların kronolojik bir sırada sunulmamış olmasıydı. Karışık bir sıra yerine olayların oluş sırasına göre sıralansa ve öğretmen ve öğrencilerin özelliklerinden bahsedilen kısımlar ayrı bir bölüm olarak derlense daha da akıcı bir okuma elde edilirdi. 


Kitabın Künyesi

Adı: Kısa Süren Hasat
Yazarı: Pakize Türkoğlu
Yayınevi: Kültür Yayınları
1. Baskı Yılı: Temmuz 2012, İstanbul
3. Baskı Yılı: Eylül 2017, İstanbul
Sayfa Sayısı: 656
ISBN: 978-605-360-628-4


Pakize Türkoğlu Kimdir?

     Pakize Türkoğlu, 1927 yılında Antalya, Gazipaşa, Göksenir Yaylası'nda doğdu. Köyünde okul olmadığı için, ilköğrenimine başka bir ailenin yanında kalarak, Gazipaşa Bucağı'nda başladı. 1938'de Alanya İlkokulu'nu, 1944'te Antalya Aksu Köy Enstitüsü'nü, 1947'de Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nü bitirdi. İlk, orta ve yüksek öğrenim kurumlarında yönetici ve öğretmen olarak çalıştı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi iken, 1985'te emekli oldu. Bir süre Özel Ortadoğu Lisesi ve Özel Koç Lisesi'nde Eğitim Danışmanı ve Rehberlik Uzmanı olarak çalıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın Genel Yönetim Kurulu'nda ve İstanbul Temsilciliği'nde bulundu. 1998'de, Tonguç ve Enstitüleri adlı yapıtıyla, Türkiye İş Bankası "Toplum ve İnsan Bilimleri" büyük ödülünü aldı. Dergi ve gazetelerde, kültür ve eğitim konularında yazılar yazıyor.